17 Kasım 2014 Pazartesi

bir sabah işçi olmak

hasret çekiyorum
hasretlerin en büyüğü
hasret diyorum size
hasret!
memleket hasreti bu!
bilemezsiniz kalbinizde ki toplumsal sorumluluğu hissetmeden
her gece yatarken vicdanını sorgulamak
halk için vicdanını sorgulamak
her sabah kalktığında: bu gün bir şey yapacağım!
bu gün bu sabaha uyanan ezilmiş,bastırılmış,susturulmuş kesim için bir şeyler yapacağım!
bu sabah bir çiftçiyim
zeytin ağaçlarımı sorumsuz iktidardan koruyacağım.
nereden bilebiliriz ki belki çalmadan kapımızı bir gece kesiverirler ağaçlarınızı 'siz susacaksınız bizde buraya santral yapıcaz' derler
geçim kaynağınızı topraktan kökleriyle sökerler
savunmaya kalkarsın dayağını yersin
nereden bilebilirsin ki?
çünkü sen televizyonlar hayranlıkla izlerken başbakanını,cumhurbaşkanını
başka haberlerin ne önemi olur senin için.
utanmadan derler üstüne bir de proje iptal tarlalar köylülere
bu kadar basit çünkü bir insanın tüm hayatını yerle bir etmek bir gecede
' o güvenlik görevlilerini işten çıkarttık' diye konuşurlar programlara,haberlere
olay kapanmıştır!
uyuyun hadi.
başka bir sabaha...
bu sabah ben bir madenciyim ve bir madenci ailesiyim
zamanında elimde tarlalarım vardı.
kandırıldık
sattık
maden çıktılar
soktular yerin metrelerce altına çalışın dediler
şehrimde pamuğu,zeytini,tütünü bitirdiler
elimi topraktan çekip kömüre buladılar
ailem için dedik girdik altına
eğitim almadık,destek görmedik,can güvenliğimiz hiçe sayıldı
haklılardı
bulurdu daha çok benim gibilerini 
benim gibi yoksulu çok ülkede,devletten destek görmeyen çok 
açlık çeken çok, tokluk çeken de çok 
tokluk çeken rezidanslarda 
açlık çeken maden ocaklarında
öldüm
maden çöktü öldüm
arkamda bir aile bıraktım
ekmek için çalıştım ekmeğimi alamadım
sorumlum kim? 
benim katilim kim? 
beni buna sürükleyen kim? 
benim ve arkadaşlarımın KADERLERİNİ yazan kim?
İşini yapan yok mu bu ülkede? 
İşini adam gibi yapan? 
İşimi adam gibi yapmıyorum
Denetleme kurumları,iş güvenliği uzmanları,çalışma ve sosyal güvenlik bakanı kadar işimi adam gibi yapmıyorum.
Öldük biz.
adına kader dedik.
olsun varsın,örnek olalım.
Hadi uyuyalım. 
Başka bir sabaha...
Ben bu sabah da inşaat işçisiyim
Asıl işim amelelik
hani şu sizin çevrenizde ki insanlara yermek amacıyla söylediniz amele kelimesinin karşılıyım
ama sizin kullandığınız tabir de değil
Taşerona bağlı çalışan evine ekmek götürmeye çalışan bir amele
babam da amele 
küçük kardeşim de 
abim de
evde beş erkeğiz
beşimiz de amele
bu sabah kardeşim 20. kata çıktı
düşmüş dediler
soğukkanlılıkla 
anlam veremedim...
çıktım,bağırdım,suçladım
haklıydım
can güvenliğimiz yoktu
tahta bir iskele kurup güvenlik diyorlar
komik gelmiyor mu size de
çıkıyoruz tüm meydanlara hakkımızı savunuyoruz,bağırıyoruz güvenlik diye
eylemse adı eylem!
biz tüm haklarımızı istiyoruz
taşeron tarafından kullanılmak istenmiyoruz.
'işçinin yanındayız' diyen taşeron sahipleri evlerinde lüks içinde yaşarken
yağmurda çatısı akan,bir ekmek bir soğana tabi bir işçiyi nasıl savunabilir ? 
bir sabah kendi üniversitesinde özgür fikirleri için saldırıya uğrayan öğrenciyim
bir sabah 21 gündür madende bulunamayan bir cesedim
bir sabah elektrik akımına kapılarak ölen bir işçiyim
bir sabah Çukurova da imara açılan bir tarım arazisiyim
bir sabah hapisteki yazarım
bir sabah passolig ile fişlenen taraftarım
bir sabah direnen bir Bedaş işçisiyim. 
bir gece KADER kurbanıyım.

13 Kasım 2014 Perşembe

Ben hep radyo programcısı olmak isterdim..

 Eskiden yorganın altına girer radyo dinlerdim. Teker teker istasyonları ararken aralardan sevdiğim şarkıları duyar bitmelerini bekler aradığım istasyona öyle dönerdim. Arada bir cızırdardı kulaklık girişiyle oynar düzeltirdim.Güzel sohbetler olurdu. Aynı anda belki de on binlerce insanla aynı şeye gülümsüyorsun, aynı şeyi düşünüyorsun, aynı şarkıyı paylaşıyorsun. İnsan fikirlerine önem verirdi radyo programcıları. Sms atılır düşüncen okunur,yorum yapılır sana başka biri sms atarak atıfta bulunurdu. Saatlerce dinler öyle uyuyakalırdım. Çok değil 5 yıl önce falan yapardım ya da yapardık bunu.
  Ama şimdi içinde olduğumuz toplum yapısında büyük alışkanlıklarımızdan vazgeçtiğimizi görüyoruz. Ne yazık ki radyo da bunlardan biri. Bunun geçmişi büyük kutulardan evlere ulaşan sanat müziklerine dayanıyor tabi. Ama biz telefon modellerine yetişebildik ne yazık ki. Artık insanların zevk aldığı şeyleri 'akıllı telefon' başlığı altından milyarlara satılan telefonların içine sıkıştırıp veriyorlar insanların eline.. Appstore-Google Play vb. tekno marketlerde sunuyorlar. Bi kısmı ücrete tabii, bir kısmı ''HESAPTA'' değil. Bir radyoyu bile internet ile dinliyoruz artık. Zevk aldığımız her şeyi ücretlendiriyorlar. Maneviyatın önüne maddiyat geçiyor. Farkında olmadan gelişen teknoloji ya da gelişen diğer toplum organları ile yuvarlanıp değişime uğruyoruz. Farkında olmadan karakterimizden ödün veriyoruz. Sevdiğimiz şeyleri elimizden almalarına biz izin veriyoruz. Artık dinlediğimiz şarkılar bile buna göre şekillenmiyor mu? Tekno müzikler,elektro ritimler, trap,dubstep müzikler. Yeniliklere karşı olmak da doğru değil. Ama yeniliğe kapılıp giderken geçmişi arkada bırakmak da doğru değil. Hepsinden biraz biraz meze yapıp konmalı sofraya. Yanına da bir duble rakı. Eşlik ederse de bir Müzeyyen Senar keyfe diyecek yok tabi.Sanat müzikleri meyhane müzikleri olarak lanse edilmemeli artık. Bu yüzden sanat müzikleri sadece bir alkol zevki olarak kalmamalı insan hayatında. İnsanlar artık sevdiklerine nasıl şarkılar armağan ediyor peki? İçlerinde sövüp sayan şarkılar ya da devamlı aşka isyan eden şarkılar uygun mudur bu duruma? Sanırım artık günümüz şarkıları duygularımızı da yontuyor.
  Sarı yapraklı kitaplar yerini elektronik ekranlara bırakıyor. Görmüşsünüzdür televizyonlarda,otobüs duraklarında reklamlarını. artık ayda belli bir fiyata teknolojik araçlardan kitaplar okunabilecekmiş. Yapmayın şöyle şeyler. Elinle dokunup hissedemediğin, koklayamadığı kitaba kitap denir  mi arkadaşım. Beyaz bir ekrandan nasıl bir duygu alabilirsin ki sen. Kullanım amacına aykırı şeyler. Ha illa böyle bir hizmet sunmak istiyorsan bunu insanları artık gerçeklikten uzak bir hayata yönelterek, bir kutuya bağımlı kalarak değil de hayatında kitap okuyamamış kişilere sun. Görme engelli bir çok bireye bu hizmeti ücretsiz olarak ver mesela. Artık insanlar maddi çıkarları için başkalarının duygularını yontmamalı. Ve bir birey zevk aldığı şeylerden vazgeçmemeli. Dediğim gibi geleceği kendini ne kapatmalı ne de geçmişe sırtını dönmeli. Her şey kıvamında olmalı.

9 Kasım 2014 Pazar

AH ZAVALLI ÜLKEM

 Türkiye'nin yıldızı çok uzun yıllardan beri tiyatroyla barışmadı. Senelerce gizlice tiyatrolar oynandı. Ünlü yazarların bir çok tiyatro eserleri baskılara sıkışıp kaldı.Çağdaşlaşan dünya dedik teknoloji dedik bu seferde gelen yeni nesil telefonlara, internete ,sosyal ağlara sıkışıp kaldık. İnternet üstünden hayranlıkla takip edilenler ne yazık ki tiyatrocular,yazarlar değil hayatını amaçsızca pahalı mağazalardan alışveriş yaparak geçiren moda ikonları oldu.Üstüne bir de yetmezmiş gibi halk olarak 'tiyatro' diye adlandırdığımız amacı para olan pek çok televizyon programlarını ekranda görmeye başladık. Sıkı sıkıya takip ettik, belaltı esprilere güldük. Büyük hayranı olmaya başladık ve böylelikle tam bir tiyatro sever olduk. Ama hiç bir zaman tozlu sahnelere gidip, iki saat telefonumuzdan ayrı kalarak sahneye bakamadık. Tozlu derken sakın ha kirlilikten,temizlikten bahsetmiyorum. Öyle olsa yine iyi. Bahsettiğim ilgisizliğin tozu. Günü geldi arkadaşlarımızla son magazin haberlerini takip ettik,şarkıcıların en son ne giydiğini,kim için neler dediğini arkadaşlarımızla münakaşa ettik,son çıkan telefon modellerinin özelliklerini ezbere saydık. Ama ne yazık ki hiç bir zaman tiyatrocularımızı bu kadar iyi bilemedik. En sevdiğin tiyatro oyuncusu kimdir?! sorusuna edebi yönü olmayan bir filmde oynayan bir şarkıcıyı söyledik. ne yazık bize! Çocuklarımızı eğitemedik. onlara bu sevgiyi aşılayamadık,tiyatro okumak isteyen öğrencilere aile baskısı uyguladık. Onlara ancak 'adam olmanın' para getiren bir meslek sahibi olma ile olacağını anlattık. Ne yazık bize! Para demişken... İstanbul gibi bir metropol de her gün bir çok tiyatro sahnesi maddi sıkıntılar yaşamakta. Çünkü maddi ve manevi verilen emeğin karşılığı maddi alınamadığı gibi maneviyat olarak da alınamıyor. Lafı da gelmişken değinmek isterim ki 2014 gibi bir yılda sanata sansür uyguluyoruz. Devletimizin uygun görmediği tiyatro oyunlarını oynamıyoruz. Shakespeare sinirlendirmiş olmalı devlet büyüklerini. Macbeth gibi bir oyunu sergiletmiyor ve buna susuyoruz. Otobüs sıranızda önünüze geçen insana hakaretlerin en büyüğünü ederken,hakkımı yiyor diye bağrınırken, sanat hakkımızı yediklerini farkına bile varmıyoruz. Ne yazık bize!  Tiyatro kültürdür halkım,tiyatroya gereken ilgiyi gösterin.  Macbeth"in bir bölümündeki gibi...

 Ah zavallı ülkem! Kendini tanımaktan adeta korkuyor. Ona anamız değil ancak mezarımız denir: Orada her şeyden habersiz olanlardan başka gülümseyen yok; orada ahlar, iniltiler, göğü yırtan ağlayışlar sürüp gidiyor, duyan yok, fark edilmiyor bile. Büyük üzüntüler günlük kaygılar olmuş; ölüm çanı çalarken kime diye soran pek olmuyor; iyi insanların ömrü başlarındaki çiçeklerden önce geçiyor, çiçekler solmadan onlar ölüyor.